Ayşe Çağlayan - Medya ve İletişim Uzmanı

Yeni Şafak Gazetesi - Düşünce Günlüğü Sayfası - 4 Aralık 2021 

İnternet ilk çıktığı dönemde iletişim ve ifade özgürlüğü açısından büyük bir devrim olarak nitelendirilmiş ve üzerine binlerce güzelleme yapılmıştı. Ülkemizde interneti tanıtan ilk yayınlar arasında yer alan 1995 tarihli 32. Gün programında şu ifadeler kullanılıyordu:

 

“Bu sayede tuşlara dokunan bütün âdemoğulları din, dil, ırk farkı gözetmeden birbirine ulaşıyor. Onların dünyasında ulusal sınırlar yok, devletler yok, ordular yok, denetleyiciler, cezalandırıcılar yok. İnternet cumhuriyetinde neredeyse mutlak bir demokrasi hâkim. İnternet dünyadaki yeni iktidarın sembolü… Bu yeni iktidar bilgiye ve bilenlere ait… Yedi iklim, dört bucakta artık bilginin hâkimiyeti hüküm sürüyor. İnternet bir sabit merkezin veya servisin adı değil, sahibi veya yöneticisi yok.”

 

ÖZGÜRLÜK HAYALLERİNDEN ALGORİTMA DİKTATÖRLÜĞÜNE

Bu yayın esasında internetin henüz yeni bir teknoloji olduğu yıllardaki genel yargıların özeti niteliğinde ve oldukça iyi niyetli bir yaklaşım gösterilmiş. Bu yayından 26 yıl sonra, gelinen noktada artık dijital sistemlerden bahsederken “diktatörlük” kavramını daha sık kullanıyoruz.

Dijital şirketlerin muvazzaf askerleri olan algoritmalar, istenilen kişi, konu veya olguları engelliyor, istenileni öne çıkartıyor, milyarlarca kullanıcının görsel, işitsel veya yazılı verilerine erişiyor ve bu verileri istenilen şekilde işleyebiliyor. “Algoritma diktatörlüğü” olarak kavramsallaştırılan bu süreç, İletişim Ansiklopedisi’nde özetle şöyle açıklanıyor:

 

“Öncelikle büyük verinin toplanması ve analiz edilmesi yoluyla başlıca kalıplar ve eğilimler ortaya çıkarılır ve bunlar bireylerin davranış ve tutumlarını etkilemek ve yönlendirmek için kullanılır. Algoritmik sistemler; yanılsamalı özgürlükler ve belirlenmiş tercihler üretirler. Bu da kritik bir irade sorununa, davranışın ve düşünmenin programlanması ve otomatikleşmesi sorununa yol açmaktadır. Bu açıdan algoritma diktatörlüğü, sosyolojiyi tümüyle tehdit etmektedir.”

ÇARKLARI “SIRADAN İNSAN” DÖNDÜRÜYOR

İşte bu noktada dijital sistemlerin sıradan insanla olan ilişkisine dikkat kesilmek gerekiyor. Çünkü söz konusu dijital mecralar, halihazırda milyarlarca kullanıcıya sahip. Bu kullanıcılar her türlü despotik uygulamaya rağmen, büyük bir istek ve gayretle dijital sistemlerde yer alıyor. Bunda kullanıcılara üretim süreçlerine dâhil olarak bundan kazanç sağlama imkânlarının sunulmasının payı büyük. Artık çoğu kişinin gündemi; takipçi sayısı, daha fazla etkileşim, keşfet bölümüne düşmek. Bu uğurda; yüz ve bedenler, aile hayatı ve çocuklar, sofralar, geziler, okunan kitaplar, uzmanlıklar kısacası akla gelen her şey bir “içerik” dolayısıyla bir kazanç malzemesi.

Yapay zekâ algoritmaları için içeriklerin; dini, kültürel, siyasi, sanatsal, eğlencelik ve hatta saçma sapan olmasının bir önemi yok. İçeriklerin zararlı veya faydalı olmasının da önemi yok. Dijital zeminde yalnızca etkileşim yoğunluğu önemli. Çünkü her kullanıcı, her içerik ve etkileşim; yeni veriler, yeni reklam verenler ve daha fazla gelir anlamına geliyor. Dolayısıyla veri temelli yeni küresel kapitalizmin ana kaynağı, başlıca metası ve çok yoğun bir mesai ile çalışan işçisi; sıradan insanın bizzat kendisi oluyor.

Görüldüğü üzere dijital medya sistemleri, - Althusser’den mülhem bir ifade ile - dünya insanını seküler epistemolojiye şimdiye dek olmadığı kadar güçlü bir şekilde “çağırıyor” ve bu çağrıya büyük bir teveccühle karşılık buluyor.

TRANSHÜMANİZMİN EŞİĞİNDE

Doç. Dr. Ahmet Dağ, İnsansız Dünya – Transhümanizm isimli kitabında dijitalleşmenin seküler epistemolojinin devamı niteliğinde ancak yeni ve keskin bir dönemeç olduğunu izah ediyor, sürecin insan zihnini ve bedenini tümüyle kontrol etmeyi hedefleyen transhümanizme doğru hızla ilerlediğini vurguluyor. Transhümanizmin, bilim ve teknolojiyi yüceleştiren, aşkın Tanrı’nın yersizliğine inanan ve ebedi ruha inanmayan seküler bir anlayışa sahip olsa da, dünya üzerinde ölümü dahi ortadan kaldıracak Tanrısal bir güç elde etme hedefinde olduğunu belirten Dağ, bunun teknolojide temellenen sahte bir yeni din projesi olduğunu ifade ediyor.

Bu hedeflerin gerçekleşmesinde dijital teknolojiler, gerçek dünyaya alternatif bir evren oluşturmak için en elverişli zemin. Nitekim dijital teknolojiye dair atılan her adımın insanı biyolojik ve fiziksel mekânından kopararak sanal gerçekliğe doğru çektiği açıkça görülüyor. Bu bağlamda metaverse teknolojisini, transhümanizmin bir önceki adımı olarak nitelemek mümkün.

Marc Zuckerberg’in “Metaverse'in tanımlayıcı niteliği, bir mevcudiyet hissi olacaktır, sanki orada başka bir kişiyle veya başka bir yerdeymişsiniz gibi. Başka biriyle gerçekten var olmak, sosyal teknolojinin en büyük hayalidir. Bu yüzden bunu inşa etmeye odaklandık. Bu, ekranlarda daha fazla zaman geçirmekle ilgili değil; zaten geçirdiğimiz zamanı daha iyi hale getirmekle ilgili.” ifadeleri oldukça düşündürücü…

HAKİKATTEN KOPMADAN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ

Baudrillard’ın medyanın gerçeklik üzerindeki dezenformatif etkisini çarpıcı tespit ve öngörülerle ortaya koyduğu simülasyon kuramından baktığımızda, geldiğimiz noktanın oldukça trajik olduğunu söyleyebiliriz. Her manası ile “hakikatin” tümüyle yitirildiği bu süreçle ilgili can alıcı sorular ise şunlar: Metaverse evreninde insani nitelikleri, değerleri, sınırları ve kuralları kim, neye göre belirleyecek? Kullanıcılar zihinsel, duygusal, manevi ve psikolojik açıdan nasıl etkilenecek? Bu sanal evrenin gerçek hayata etkileri nasıl olacak?

Görüldüğü üzere insanlık yeni ancak öncekilerden çok daha muğlâk ve tekinsiz bir dönemecin eşiğinde. Üstelik bu teknolojiyi elinde bulunduran tekel şirketleri, insanlığa yaptıkları bu yeni çağrıya alacakları olumlu cevaptan son derece emin.

Bu noktada, sürece ilişkin risklerin farkına varılması ve toplumu korumaya yönelik politikaların geliştirilmesi büyük önem ve aciliyet taşıyor. Yoksa yıllar yılı yaptığımız gibi meseleyi araçsal erişimden ibaret görüp, “aman teknolojiye ayak uyduralım” diyerek, VR başlık satma, alma ve dağıtma yarışına girersek, vay halimize…

 https://www.yenisafak.com/dusunce-gunlugu/metaverse-insanligi-nereye-cagiriyor-3724334

Kâinatı okumak mesela… Hayatı okumak… Olayları ve durumları okumak… İnsanı okumak… Hakikatin kat kat örtüldüğü bu çağda, çarpıtılmış söz ve görüntülerin arkasındaki gerçeği okumak…
Geçmişi ve geleceği okumak… Belki de en önemlisi, kendini okumak… Israrla, istikrarla okumak…
En iyisi okumak…

Çağlayan Kitap

Çağlayan Kitap

Çerez Kullanımı

Deneyiminizi daha iyi hale getirmek için bu web sitesinde çerezleri kullanıyoruz. Devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş oluyorsunuz. (Çerez Politikası Aydınlatma Metni)