Ayşe Çağlayan - Medya ve İletişim Uzmanı
YeniŞafak Gazetesi - Düşünce Günlüğü - 24 Kasım 2021
Dijitalleşme sürecini domine eden dijital tabanlı küresel medya şirketleri sıklıkla gündemde yer alıyor. Halihazırda en yaygın kullanılan iletişim ve sosyal medya uygulamalarını elinde bulunduran Facebook’un, metaverse teknolojisine yönelik adımlarını hızlandırması ve isim değiştirerek Meta Inc.’a dönüştürülmesi tüm dünyada farklı boyutlarıyla tartışılıyor.
Bu gelişmeden kısa süre önce şirketin uygulamalarında 7 saatlik bir çöküş yaşanmıştı. Bu çöküş, küresel şirketin iletişim, haber, bilgi, eğlence, ticaret ve bireysel yayıncılık gibi alanlarda, halihazırda sahip olduğu tekeli çarpıcı şekilde gözler önüne sermişti.
Şirketin bu etki gücü, yapay zeka marifetiyle bazı kişi ve konular üzerinde uyguladığı kısıtlamalar veya öne çıkartmalar itibarıyla da tartışılıyor. Facebook’un yanısıra Twitter ve Alphabet Inc’a ait olan Google ve YouTube gibi popüler uygulamalarda da durum farksız. Netflix’in kurgusal anlatılarında ve Microsoft’un en temel yazılımlarında sahip olduğu küresel tekeli de zikretmek gerekiyor. Kişisel verilere erişim ve depolama ile oluşturulan Big Data’nın mezkûr dijital şirketlerin elinde olması da önemli bir tartışma boyutu.
Yani dijital teknolojiler; iddia edildiği gibi bilgi edinme, haber alma ve içerik üretiminde sınırsız bir özgürlük sağlamanın çok ötesine savrularak artık tekinsiz ve despotik bir yapı kazanıyor. Medya devleri; küresel çapta temel bir bilgi ve algı kaynağı, varlık zemini ve hatta alternatif bir yaşam alanı olarak giderek merkezileşiyor ve yalnızca ekonomik açıdan değil epistemolojik açıdan da bir tekel oluşturuyor.
KATI OLAN HERŞEY BUHARLAŞTI
Epistemoloji; bilginin doğasını, kaynaklarını ve sınırlarını araştıran felsefenin önemli alanlarından biridir. Prof. Dr. Murat Baç’ın Çağdaş Epistemolojiye Giriş kitabında yer alan ifadesiyle epistemoloji, “insanların doğal ve düzenli olarak gerçekleştirdikleri sıradan bilgi edinme işlevlerinin ardındaki felsefi öyküyü” anlatır. Dayanılan bilgi kaynağı, insanın ontolojik hakikatini de belirler. İnsan, sahip olduğu epistemolojiye göre “ben ve varlık algısı”nı ve yaşam biçimini şekillendirir. Yani, hayatımızı hangi hakikat bilgisine göre kurduğumuz, epistemolojik bağımızla ilgilidir. Çoğumuz sahip olduğumuz epistemolojinin farkında olmadan hayatlarımızı sürdürürüz. Kendimizle, başka insanlarla ve sair varlıklarla iletişimimiz, “hakikat” kabulümüzün içsel bir mekanizma ile dışa vurumudur.
Bireysel ve toplumsal gerçekliği kuran hakikatin, başka bir hakikat anlayışıyla yer değiştirmesi ise “epistemolojik kopuş” kavramı ile ifade edilir. Bu kavram dünya tarihinde ilk kez Aydınlanma dönemi için kullanılmıştır. Kadim bilgi kaynaklarından koparak kutsalı gündelik yaşamdan kovan Batı, modern olarak idealleştirdiği seküler “ben ve varlık algısı”na geçiş yapmıştır. Aklın yalın, yalnız ve başıboş kaldığı bu algıyla Batı; tabiatı ve insanı kendi çıkarları doğrultusunda nesneleştirmiştir ve sahip olduğu teknolojik, ekonomik ve siyasi gücü dünya üzerinde yıllardır sınırsızca kullanmaktadır.
KÜRESEL ÇAPTA YAŞANAN BİR DÖNÜŞÜM
Baskı unsurlarının ağırlıklı olduğu sömürgecilikle başlayan bu süreç, medya sistemlerinin büyük katkısıyla hegemonik bir nitelik kazanmıştır. Medya alanında yalnızca cihaz olarak değil, soyut/sembolik ürünleriyle de küresel bir pazar edinen Batı, dünyanın en ücra ülkelerindeki evlerin dahi başköşesine bir “bilinç” olarak yerleşmiştir. Nitekim Raymond Williams, Televizyon, Teknoloji ve Kültürel Biçim isimli kitabında Batı’da üretilen ve dünyaya pazarlanan içerikleri bir “sosyal girdi” olarak tanımlamaktadır. Time Warner şirketi 1990 yılında seçtiği “Dünya bizim izleyicimizdir” sloganında hiç de haksız değildir.
Medya araçlarının bu etki gücü - her ne kadar insanlığın faydasına büyük imkân ve potansiyeller taşısa da – seküler epistemolojiden beslenen kapitalist sistemin işlerliği ve sürdürülebilirliği yönünde kullanılmıştır. Özellikle dev medya şirketleri ile Batı, epistemolojik algı ve anlam çerçevesini küresel izleyiciye aktarmış ve kapitalizmi besleyecek nitelikte bir sosyo-kültürel dönüşüm meydana getirmiştir.
ÜRETİM-TÜKETİM-ÇIKAR-HAZ DÖNGÜSÜ
Sosyolog Nazife Şişman Dijital Çağda Müslüman Kalmak isimli kitabında, insanlığın yeni bir epistemolojik kopuş yaşadığına dikkat çekmekte ve toplumların artık web epistemolojisiyle karşı karşıya olduğunu belirtmektedir.
Dijital mecralar söz ettiğimiz seküler epistemolojinin doğası olan “üretim-tüketim-çıkar-haz” döngüsünün en etkin şekilde işlediği zemin haline gelmiştir. Günümüz insanı için gündelik ilişkilerden iş yaşamına, kültürel etkinliklerden eğlenceye, siyasetten ticarete kadar hemen her yaşam alanı dijital dolayımdan geçmektedir. Dolayısıyla dijital teknolojiler temel bilgi edinme aracı haline gelmiştir.
Bunu yalnızca arama motorlarına başvurmak şeklinde bilinçli bir bilgi edinme süreci olarak anlamamak gerekir. Örneğin bir influencer, bir YouTube videosu, bir reklam, haber veya dizi de; ele aldığı konu ve bu konuyu ele alış biçimi itibarıyla bir bilgi akışı sağlamaktadır. Böylece yeni medya sistemleri, geleneksel medyadan çok daha yoğun ve etkili şekilde, hayatı okuma ve yaşama biçimimizi belirlemektedir. Yapay zekâ teknolojisi ise bilgiyi üretme, yayma, engelleme veya çarpıtma kabiliyeti itibarıyla söz konusu küresel şirketlere, hegemonya ile despotizm arasında salınımlı bir yapı kazandırmıştır.
Gelinen noktada dikkat edilmesi gereken husus; sözünü ettiğimiz tekelin yalnızca ekonomik olmadığıdır. Mevcut dev ekonomiler bir sonuçtur. Bu sonuca ulaştıran esas unsur ise bu şirketlerin dünya üzerinde oluşturduğu epistemolojik tekeldir. Bu sebeple dijital medya – toplum ilişkisi, insanın algı ve anlam çerçevesi üzerindeki baskın gücü ve muhtemel riskleri itibarıyla disiplinler arası çalışmalara konu edilmeli ve bu hususta acilen toplumu koruyucu politikalar üretilmelidir.
https://www.yenisafak.com/dusunce-gunlugu/medyadaki-epistemik-tekelin-farkinda-miyiz-3722841