CHP SİVİL BİR ANAYASAYA NEDEN DESTEK VEREMEZ?
YENİ ŞAFAK GAZETESİ - 28 KASIM 2013
(KISMEN YAYIMLANMIŞTIR)
Sivil Anayasa Kaçınılmaz bir İhtiyaçtır
Bireysel ve toplumsal İlişkilerin öznesi kemiyet ve keyfiyetçe çeşitlendikçe, öznelerin birbirinin çıkar ve özgürlük alanlarını tehdit kapasiteleri arttıkça, bunun yol açtığı tazyikler, toplumsal barışı sağlayıcı ahlaki ve normatif bağlamları zorunlu kılar…Ayrıca, toplum hayatının doğurduğu ihtiyaçların tazyiklerinin büyüklüğü oranında toplumsal dayanışmayı sağlayıcı teşkilatlanma ve kurumlaşmalar da gerekli hale gelir. Karşı karşıya olduğumuz toplumsal barış sorunları, ağır semptomlarla tezahür etmektedir ve sivil bir anayasa yapılmasını acil bir ihtiyaç haline getirmiştir.
Anayasa, bütün toplumsal kesimlerin ittifak ettiği temel bir uzlaşı metnidir. Elbette böyle bir uzlaşının gerçekleştirilmesinin büyük zorlukları bulunmaktadır. Ancak, dünyanın bir çok ülkesinde bu uzlaşı sağlanmış ve bütün kesimlerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, dolayısıyla da devleti herkesin devleti haline getiren sivil anayasalar yapılabilmiştir.
Ülkemizde bugüne kadar sivil bir anayasa yapılmasının önündeki en büyük zorluk ideolojik zihniyet olmuştur. Tek parti döneminden kalma ideolojik iktidar psikolojisinden, vesayet zihniyetinden kendini kurtaramayanlar, sivil bir anayasa yapılmasına karşı çıkmaktadırlar.
İdeolojik Devlet mi; Hukuk Devleti mi?
Hukukun üstünlüğü ilkesi, toplumda bireyselleşmeyi ve iş bölümünü artırır. Buna karşılık, hukuki güvencenin olmadığı toplumlarda, bireyler alt kimlikler etrafında dayanışma içine girmeye başlarlar ve etnik veya dini cemaat kimliği etrafında içe kapanırlar. Çünkü, hukuki güvence yokluğu toplumsal kaygı bozukluğuna yol açar ve bireyleri bir telafi arayışı kapsamında alt kimlik dayanışmasına iter. Bu ise, kimliklerin siyasallaşmasına; devlet veya birbirleri arasında çatışmacı bir ilişkiye yol açar.
Ülkemizde yaşanan başta etnik ayrışmalar olmak üzere bütün kimlik çatışmalarının temelleri, devleti hukukun üstünlüğü ilkesine göre değil, resmi ideoloji paradigmasına göre yapılandıran tek parti dönemine dayanmaktadır. Çünkü, hukukun değil ideolojinin üstünlüğünü esas alan tek parti zihniyeti ile yapılan anayasa ve yasalar halen yürürlükte bulunmaktadır.
Normalleşme için devletin bütün kurumları ile böylesine yıkıcı bir ideolojik referanstan kendini kurtarması ve toplumun her kesiminin kimlik değerleri ile barışması şarttır. Çünkü, toplumları bir arada barış içinde tutabilmenin en etkili vesilesi, o toplumun değişik kesimlerinin sosyo-kültürel kimlik referansı ile barışık bir devlet yapılanması olacaktır. Toplumun kültürel ve manevi kimlik değerlerinden meşruiyet almayan, bilakis bu değerlerle çatışan bir devlet yapılanması, devleti herkesin devleti olmaktan çıkaracaktır. Bu sebeple, ideolojik devletten hukuk devletine geçiş yapılmalıdır ki, bunun yolu da sivil bir anayasa yapılmasından geçer.
CHP ve İdeolojik Devlet
Vesayet rejiminin en temel iktidar aracını resmi ideoloji oluşturmaktadır. Resmi ideoloji ise, kültürel batılılaşma, dolayısıyla kendi kültürel sisteminden kopuşu(epistemolojik kopuş) temsil etmektedir. Ülkemizde bu ideolojinin temsilcileri oligarşik elitlerdir. Müesses siyasal yapı, halk tabanlı değil, belli bir ideoloji kalıbında şekil kazanmış bürokratik-elit tabanlı bir yapıdır. Bu yapı, elit-bürokratik kesimin toplumu kendi modern toplum tasavvuruna göre biçimlendirmek amacı doğrultusunda örgütlenmesiyle oluşmuştur. Bireyler, toplum, yaşam tarzı, kimlikler, haklar ve özgürlükler, statüler, normlar ve kurumlar bu tasavvura uymak, uymuyorsa zorla uydurulmak durumundadır. Oligarşik elitler, ulusalcıdır, ama ulusun temel değerleri ile savaşan ve ulusu kendi kimlik değerlerinden gelen bir tehlikeye(!) karşı koruma, kollama ve gerektiğinde de kurtarma misyonu üstlenen bir zihniyeti temsil etmektedirler.
Bu zihniyet, ileri sürüldüğü gibi, “toplumsal birliğin kurucu ilkesi” değildir. Oligarşik elit dayanışmasının aracıdır. Bu sebeple, toplumun değil oligarşik elitlerin tasarımıdır. Oligarşik elitler ise, topluma yabancılaşmış, toplumun değerleri ile bütün bağını koparmış, kültürel yabancılaşmaya aracılık eden örgütlü bir azınlıktır. Toplumun geri kalan kısmına kendi çıkarlarını, kendi düşünme tarzını devlet diye, hukuk diye dayatan bir sınıftır.
Toplumsal kimliğin dinamiklerini ideolojik bir anlayışla bloke eden oligarşik elitlerin, topluma önderlik yapması bir yana, gittikçe topluma karşı zorbalaşmaları kaçınılmazdır. Resmi ideolojinin şekillendiği dönem ve toplumsal kimliği değiştirme misyonu, en çok bu kimliğin ana unsuru olan dini değerlerde tahribata yol açmıştır. İslam algısı, başlangıçta, “modernleşmeye, bilime karşı” algısı üzerinden dışlanırken, kısa bir süre içinde “rejime karşı” şeklinde bir algıya dönüştürülmüştür. Bu anlayış, başından itibaren toplum-resmi ideoloji gerilimine ve giderek çatışmasına yol açtığı gibi, 1945’li yıllardan itibaren de, modernleşme ideolojisine referans alınan Avrupa toplumlarındaki demokratik gelişmelerle de çatışmaya başlamıştır.
Her ideoloji bir karşıtlıklar sistemi oluşturur. Örneğin, Marksist ideoloji emek-sermaye karşıtlığı üzerinden sistemini üretir. Resmi ideolojinin ürettiği karşıtlıklar da ideal vatandaş prototipinin kimlik parametrelerini belirlemekte, karşıt olarak kategorize ettiği insanlara müdahale hakkını meşrulaştırmaktadır. Ülkemizde uzun yıllar CHP’nin temsil ettiği resmi ideoloji merkeze alındığı için, resmi ideolojinin paradigmalarına aykırı kültürel dinamikler devre dışı tutulmuştur. CHP’nin ve onun zihniyetini temsil edenlerin ömrü, bu kültürel dinamiklerle savaşmakla geçmiştir. CHP’nin dini alanda gerçekleştirilen açılımlara sürekli karşı çıkmasının altında, bu ideolojik algının oluşturduğu refleks yatmaktadır. Yasalarda suç olarak tanımlanan hiçbir eylemi bulunmayan insanlar, suçlu ilan edilebilmiş; şüpheli, sakıncalı olarak fişlenebilmiştir. Bu fişleme, sadece bu insanlar değil, onların yakınlarını da etkilemiştir. Bu insanlar, bir suç işlemiş ve mahkum olmuşçasına resmi muamelelerle karşılaşmışlardır. İşte ideoloji, bu vesayetçi zihniyete, her durumda ve her zaman geçerli ve kullanılabilir bir gerekçe sağlamaktadır. Bürokrasi ve orduda yönetim kademesinde görev almak, resmi ideolojiye intisapla mümkündür. Görevin gerektirdiği liyakati ispatlamak yerine, resmi ideolojiye bağlılığın ispatlanması esastır. Önemli olan liyakat değil, bu ideolojik şebeke içinde yer almaktır.
Ülkemizde resmi ideolojinin tasarlayıp yürüttüğü bir kimlik siyasetine de dikkatinizi çekmek isterim. Bu kimlik siyaseti, toplumun farklı kesimlerine birbirlerini, üzerlerindeki baskı ve tahakkümün öznesi olarak algılatıyor. Toplum kesimleri hep karşı kesimi sorumlu tutmak suretiyle, o derinlerdeki gücün otoritesine süreklilik kazandıran bir parçalanmışlık ve gerilim halinde bulunuyor. Böylece, Kürtler için Türklerin, Aleviler için Sünnilerin, Sünniler için ateist ve laiklerin kontrolünde bir devlet algısı ortaya çıkıyor. Resmi ideoloji, bu kesimlerin her birisinin tepkisini yekdiğerinin desteği ile bastırıyor. Aslında resmi ideoloji bu kimliklerin hiç birisi ile barışık değildir.
İdeolojik devlet ortamında, kültürel kimlik, siyasi kimlik, dini kimlik, etnik kimlik sürekli bir tezatlaşma işlevi kazanmakta; toplum, adeta farklı kimliklerin çarpıştığı bir arenaya dönüştürülmektedir. Bu çatışmacı yapının korunması ve sürekliliği, toplumun manevi üst kimlik değerlerinin, dayanışma kültürünün devre dışı tutulması ile sağlanmaktadır. Çünkü, dayanışma kültürü devre dışı tutulur ise, toplumun ötekini dışlayıcı alt kimlik bilincinin devreye gireceği bilinmektedir. Toplumsal yapının bu parçalanmışlığının üreteceği iç tehditlere karşı, sistemin muhafazası işlevine kodlanmış darbeci ve derin yapılar büyük bir vatanseverlik anlayışı(!) ile kahramanca(!) vazifeye atılmaktadırlar.
CHP ve İdeolojik İktidar Araçları: Ordu ve Yargı
Tek parti döneminde, güç unsurunu temsil eden ordu ile yasal meşruiyet kazandırma işlevi gören yargı ideolojik iktidar araçları olarak yapılandırılmıştır. İdeolojik iktidarın merkezi kurumsal öznesi, dolayısıyla da resmi ideolojinin savunucusu ordu ve yargı olmalıdır. Çünkü, ideolojik iktidarın sürdürülmesi, dayatma yeteneğini gerekli kılar. Bu da, gücün yani askerin ve yargının bu ideolojik zihniyeti temsilini zorunlu kılar. Bu sebeple, tek parti devresinde, resmi ideolojinin şekil verdiği vesayet rejiminin temel kurumsal dayanağını, gücü temsil eden ordu ve yargı bürokrasinin oluşturması öngörülmüştür. Tek parti döneminde gerçekleştirilen ordu merkezli güvenlikçi bir yapılanmada, ordudaki hiyerarşik sistem devlet-millet ilişkisine de taşınmıştır. Bu ilişki, bir toplum sözleşmesi ilişkisi değil, bir kumanda ilişkisidir. Düşünce ve politik süreç resmi ideolojinin tekeli altına alınınca, resmi ideolojiye göreli güvenlik algısı da, muhalif inanç ve düşünceleri bir iç tehdit unsuru kabul etmiştir. Böylece, ordu darbeciler eliyle sisteme boyun eğmeyi sağlayan silahlı siyasal bir güce dönüştürülmüştür.
CHP ve Sivil Anayasa
CHP’nin temsil ettiği resmi ideoloji, halkı, halkın değerlerini, hak ve özgürlüklerini, halk iradesinin politik yansımalarını(demokrasiyi) rejim açısından bir iç tehdit olarak algılatan bir iç güvenlik kültürü üretmiştir. Bu yüzden devlet-toplum ve toplumun değişik kesimleri arasında yabancılaşma ve ötekileştirme ortaya çıkmıştır. Toplumun iletişim ve uzlaşma kanalları olan ortak değerlerin etkisizleşmesi, toplumun değişik kesimlerini yalnızlığa itmiştir. Bu da alt kimlik dayanışmalarını, hatta çatışmalarını beslemektedir. Düzenin sağlanması için de güç kullanmak…Gücü temsil edenlere mahkum olmak tek seçenek halini almıştır…Askeri vesayet ve darbeci zihniyet bu iç güvenlik algısı üstünde gelişip varlığını yıllarca sürdürmüştür. CHP ve darbeciler kendilerini halkın ve halka hizmet için var olan bütün kurumların vasisi olarak görmekte, asker ve sivil bürokratik makamları, birer feodal unvan, birer imtiyaz olarak algılamaktadırlar. CHP’nin darbecileri savunmasının nedeni budur. İdeolojik elitlerin iradesi, halk iradesinin ve onu temsil eden yasamanın üstünde; hatta hukukun da üstünde bir konum kazanmıştır. 1945’li yıllara kadar bütün aygıtları ile resmi ideolojiye göre yapılandırılan rejim, çok partili süreçte, toplumun büyük kitlelerini muhalif kategoride algılamaya başlamıştır. Bu algıya göre rejim güvenliği için halk ve değerleri tehdit oluşturmaktadır.
Temel referansı resmi ideoloji olan CHP, sosyolojik referansları göz ardı etmekte ve kaçınılmaz olarak toplumun ve toplumun değerlerinin örgütlenmesine yol açacak bir sivil anayasaya karşı çıkmaktadır. CHP, toplum kimliğini ve çıkarlarını temsil eden bir devleti değil, devleti ele geçirmiş, devlet görüntüsü verilen bir elit azınlık örgütü iktidarını savunmaktadır. Bu ideolojik zihniyetin özgürlük-güvenlik dengesini kuran bir anayasaya açık olması mümkün değildir. Aksine kendini güvenceye alabilmesi, tüm kurumları kendi güvenliğine dönük olarak yapılandırmasına bağlıdır. Günümüze kadar sivil bir anayasa yapılmasını engelleyen bu zihniyet, toplumun sosyolojik bağlamından kopmuş, toplumun hizmetinden çıkmış, topluma tahakküm eden bir bürokratik sınıf iktidarına yol açmıştır. İç güvenlikten kastedilen şey, toplumun ve bireylerin değil, işte bu iktidarın güvenliğidir.
İdeolojik iktidarı sürdürmek isteyenler, milli iradeye karşı suç işleyerek darbe yaparlar. Vesayetlerini darbe anayasaları ve mevzuatı ile pekiştirirler. Vatansever değil, rejimseverdirler. İdeolojilerine uymayan her durumu, rejim meselesi haline getirirler. Darbeye ortam hazırlayan bütün olaylara seyirci kalırlar. Hatta bu olaylar yetersiz kaldığında, ek olaylar gerçekleştirirler ve bizzat darbe ortamı oluştururlar. Sivil toplum iradesi ve çıkarları doğrultusunda yapılacak anayasal, yasal ve kurumsal değişimlere, rejimi değiştirme, cumhuriyeti yıkma, laikliği ortadan kaldırma, kurumları yıpratma, asimetrik psikolojik savaş, karşı darbe, polis devleti, sivil dikta, sivil vesayet gibi söylemlerle direnirler. Halk iradesini yönetim erkine taşıyan bütün düzenlemeleri, cumhuriyetten bir sapma olarak lanse ederler. Bu ideolojik zihniyet, toplum ile bütünleşen bir devlet yapılanmasını sağlayacak sivil bir anayasa yapılması çalışmalarının sürekli karşısına dikilmekte ve bir şekilde bu çalışmaları manipüle etmektedir.
İşte ülkemizin içinden geçtiği bu politik süreç, tek partili devrede CHP tarafından inşa edilmiş ve günümüze kadar da CHP tarafından temsil edilmiştir. Sivil anayasa, CHP’nin ideolojik paradigmaları ile taban tabana zıttır. Bu sebeple günümüzde sivil bir anayasa yapma çalışmalarında, CHP tek parti dönemi ideolojik reflekslerle hareket etmekte ve bu siyasi ve ideolojik psikoloji ile ideolojik iktidarı öngörmeyen, aksine mevcut vesayet normlarını ortadan kaldıran sivil anayasaya karşı çıkmaktadır. CHP’nin bu psikolojiyi aşması ve sivil anayasaya destek vermesi oldukça zor bulunmaktadır. Günümüzde, CHP’nin temsil ettiği siyasi felsefenin toplumsal karşılığı gittikçe tükenmektedir. Öyle görünüyor ki, CHP pazara kadar değil, mezara kadar bu ideolojik zihniyetten kendini kurtaramayacaktır.
http://yenisafak.com.tr/yorum-haber/chp-sivil-bir-anayasaya-neden-destek-veremez-29.11.2013-587442