4 Ocak 2010 –Star Gazetesi- AÇIK GÖRÜŞ
Ülkemiz içinde bulunduğumuz günlerde tarihi bir dönemeçten geçmektedir. Özellikle Bülent Arınç’a suikast girişimi iddiasından sonra olayların akışı hızlanmış ve daha da farklı boyutlar kazanmıştır. Yaşanan olayları kurumlar arasında çatışma veya Ergenekon davası ve bu dava kapsamında, örneğin Seferberlik Tetkik Kurulu gibi birimlerde sürdürülen yargı operasyonları ile anlamlandırmak yanlış olacaktır. Çünkü, bütün bu tekil olaylar birer sonuçtur ve arka planında bazı köklü değişim güçleri bulunmaktadır. Bu sonuçlara baktığımızda işaret ettiğimiz bu değişim güçlerinin giderek statüko güçlerine baskın hale geldiğini gözlemleyebiliyoruz.
Statüko açısından 28 Şubat 1997 Postmodern Darbesi kırılma noktasını oluşturmaktadır. Bu tarihe kadar gerçekleştirilen darbeler ve müdahaleler toplum maniple edilerek bir şekilde kabullendirilmiştir. Yapılan maniplasyonlar sayesinde toplum, darbeleri, ordu tarafından memleketin hayrına olarak gerçekleştirilen bir şey olarak algılıyordu. Ordu ile darbeciler arasında bir ayrım yapamıyordu. Dini değerlerle sorunu bulunan bir ordu algısı, milletin kafasında hiçbir zaman oturmuyordu. Önemli sayıda dindar kimliği ile öne çıkan personelin tasfiyesi, eğitimde ve Kur’an kurslarında dine karşı alınan önlemler, kısaca tasfiyeler ve 28 Şubat Kararları ile darbeciler net bir biçimde topluma kendi kendilerini tanımlamışlardır.
İşte bu noktada, tasfiye edilen personel, topluma adeta bir danışman rolü üstlenmiştir. Bu personel vasıtasıyla ordu toplum ilişkisi yeni bir boyut kazanmıştır. Toplum ne olup bittiği konusunda ilk ağızdan önemli bilgilere sahip olmuştur. Bu iletişim, orduyu yıpratma iddialarının aksine, toplumda ordu ve darbeciler ayrımını pekiştirmiş; orduya olan sevgi ve saygıyı muhafaza, darbecilerden nefret işlevi görmüştür. Milletin ordu hakkındaki kafa karışıklığı sona ermiş, yaşanan bir dizi olayların müsebbiplerinin yol açtığı yıpranma önlenmiştir. Toplumu güvenlik öncelikli bir yapıda tutmak, böylece darbeye ortam hazırlamak için yapay güvenlik olayları tertipleyenlerin maskesi düşmüştür. Toplum, iç entegrasyonu tahrip eden, toplumu çeşitli alt kimlikler temelinde tanımlayarak, ötekileştiren; hatta karşı karşıya getiren darbecileri tanımaya başlamıştır. Ordunun kurumsal kimliğinin arkasına gizlenerek, kendilerini ısrarla ordu ile özdeşleştirenlerin çabaları bu kez sonuçsuz kalmıştır. Millet bu ayrım sayesinde artık, orduya olan muhabbet ve desteğini aynen sürdürmeye karşılık; darbecilere karşı kesin bir tavır koyabildiği yeni bir idrake ulaşmış bulunmaktadır.
Entelektüel bakışta değişim
Geçmiş darbe dönemlerinin en ateşli destekçilerinden olan gazeteci Hasan Cemal’in Cezayir, İran ve Afganistan’da yaşandığını iddia ettiği irticai korku hikayelerine dair kışkırtıcı eski köşe yazıları o dönemlerde teksirle çoğaltılarak bütün askeri personele tebliğ ediliyordu. Ne var ki, günümüze geldiğimizde artık Hasan Cemal çok farklı bir noktaya gelmiştir. “Ben özellikle 1960’lı yıllarda, kendime göre gerçeği tekelime almıştım. Hiç kuşku duyulmayacak doğrulara sahiptim. Üstelik o doğruların evrensel geçerliği vardı. Öylesine inançlıydım. Bu doğruların herkes tarafından kabullenilmesi, tabii gerekirse zorla kabul ettirilmesi, yaşadığımız topraklarda mutluluğun kapısını açacaktı. Yeryüzü cennetinin anahtarları sanki bizim elimizdeydi. Böylece dünyayı değiştirmeye koyulmuştuk.” itirafında bulunuyor. Cemal’in bu itirafı, darbecilerin mantalitesini net bir biçimde ortaya koyduğu gibi, bu mantalitenin toplumdaki elit ve kamuoyu kökenlerini de izah etmektedir. Cemal’deki bu köklü değişim, aslında Türkiye’deki değişimin en önemli cephesini oluşturan entelektüel kesimdeki değişime ışık tutan çarpıcı bir numunedir.
Toplumun idrak seviyesi ve entelektüel duruştaki bu köklü değişimler, darbelere ve darbecilere karşı güçlü bir blokaj teşkil etmiştir. Bu değişimin oluşturduğu alternatif medya, toplumsal idraki ve entelektüel duruşu daha da beslemekte ve gittikçe güçlendirmektedir. Artık, darbeciler tek taraflı kamu oyu oluşturma ve maniplasyon imkanlarını kaybetmiş bulunmaktadırlar. Aslında milletin gücü olan ordunun kurumsal kimliğinin arkasına saklanarak, malum karanlık işlere bulaşan darbeciler, geçmişte provokasyonlarla ve ordunun gücünü istismarla ulaştıkları amaçlarına aynı yöntemlerle ulaşamamaktadırlar. Çünkü karşılarında sözünü ettiğimiz köklü değişimi temsil eden güçlü bir toplumsal ve entelektüel cephe oluşmuş durumda. Uluslararası konjonktür de içeride yaşanan değişime paralel özellikler taşımaktadır. İşte günümüzde yaşadığımız tekil olayların arkasında kısaca bu idrak ve zihniyet değişimleri bulunmaktadır.
Darbeci zihniyetin tasfiyesi
Öte yandan, darbeci zihniyetin pervasızlaşarak hukuk dışı örgütlenmelere gitmesi ve suç örgütüne dönüşmesi, bu yapının nüfuz ettiği başta ordu olmak üzere bütün kurumları olumsuz etkilemiştir. Özellikle ordu yönetimi ve kurumsal hiyerarşisi, orduda bir takım kişilerin ayrı bir yapılanma içinde yer almasını ve hiyerarşi dışı bir takım kişi ve güçlerin kontrolünde bulunmalarını asla kabul edemez; böyle bir şeye müsaade edemez. Bilakis, Ordu, bu tür yapılanmaların tasallutundan kurtulma mücadelesi vermektedir. Bu mücadelede, kendisini seven, peygamber ocağı olarak tanımlayan millet onun en güçlü dayanağı ve destekçisidir. Toplumu ve değerlerini yok sayan, devletin kimi kurumlarına sızarak çeteleşen ve bu kurumları ve toplumu tahakkümü altına almak isteyen bu darbeci zihniyet artık karşısında milletiyle el ele veren orduyu bulacaktır. Toplumun kimlik değerlerine karşı yasakçılık ve despotizmle sonuçlanan bir iç güvenlik anlayışını temsil eden darbeci zihniyet, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, hukuk devleti gibi çağdaş anlayıştan tamamen kopmuştur. Çünkü dini değerleri çağdaşlık-irtica, ilericilik-gericilik; etnik kimlikleri bölücülük-bölünmez bütünlük gibi ikilemler ekseninde gruplayıp düşman tanımlaması yapan darbeci zihniyet; artık milli iradeyi, meclisi, hükümeti ve büyük dindar, demokrat, liberal toplum kesimlerini ve aydınları adeta düşman kampına yerleştirmiştir. Orduya bu algı çerçevesinde misyon tayin etmek isteyen bu zihniyetin yaptığı tahribat bütün boyutları ile artık su yüzüne çıkmıştır. Ordu, kendi ideolojik tasavvurlarına uygun düşmeyen inanç ve kültür değerlerini ve buna sahip bir halkı değiştirme misyonu üstlenmiş olan darbecileri bünyesinden çıkarma aşamasına gelmiştir. Yaşadığımız olaylar devlete, millete, cumhuriyete, demokrasiye ve orduya karşı suç işleyen bu zihniyetin tasfiyesi ve bunun yol açtığı gerilimlerden ibarettir.
İdeolojik algı sorunu
Bir ülkenin toplumsal barışı, kalkınması, milli savunma disiplini, o ülkedeki dayanışma kültüründen beslenir. Devletlerin ve orduların gücü, halktaki bu dayanışmayı temsil etmelerinden kaynaklanır. Halktaki bu dayanışmanın organizasyonu devlet ve ordu olarak somutlaşır. Dayanışma kültürü suni olarak oluşturulamaz. Başka toplumlardan da aktarılamaz. Her toplumun dayanışma kültürü kendine özgüdür. Çünkü inanç değeri olmayan ithal kültürlerin disiplin değeri de olamaz. Devletlerin kurulması ve çöküşü, yapılanmasını toplumun bu dayanışma kültürüyle temellendirme başarısı ile alakalıdır. Rasyonalite, toplumun değerler sistemi ile barışık ve uyumlu bir paradigma uyarlamasını zorunlu kılmaktadır. Aslında bu uyarlama zaruretinin sancılarını yaşıyoruz. Ancak, resmi ideolojinin saplantıları, darbecilerin şahsında toplumun bütünlüğü ve devletin bekası noktasında ağır faturalar ödememize yol açacak bir ideolojik taassuba dönüşmüş bulunuyor. Resmi ideoloji bu taassubu sebebiyle, rasyonel davranma yeteneğini yitirmiş ve kaçınılmaz olan ve aynı zamanda da iç bütünlüğümüzü yeniden toparlamamıza ve inşa etmemize temel oluşturan ortak dayanışma kültürümüze bir blokaj işlevi kazanmıştır. İşte, toplumun dayanışma kültürüne karşı ideolojik bir saplantı içinde olan; bu dayanışma kültürünü iç tehdit olarak algılayarak bloke eden darbeci zihniyetin bu blokajı kaldırılmaktadır. Devletin, toplumun ve ordunun güç kaynağı ve çimentosu olan bu dayanışma kültürü yeniden devreye sokulmaktadır. Böylece, devlet-toplum; ordu-millet ve toplumun etnik kesimleri arasındaki gerilimlerden kaynaklanan entegrasyon sorunları çözüm yoluna girmiştir.
Jeokültür jeopolitik ilişkisi
Ayrıca, ülkemiz, bu dayanışma kültürümüzün kuşattığı dünya coğrafyasını da manen entegre eden bir merkeze dönüşmektedir. Toplum-kültür ilişkisi ideolojik değil sosyolojik temelde yeniden algılanmaktadır. Jeokültür-jeopolitik ilişkisi keşfedilmiştir. Toplumsal dayanışma ve bütünleşmede ortak dayanışma kültürünün rolü ön plana çıkmıştır. Dolayısıyla, her şey yeniden tanımlanmakta, yanlış tanımlamalar düzeltilmektedir. “İnanç ve değerlerimiz ile gelişme/ilerleme arasında bir çelişki varsayma” tezinden beslenen ve dönemsel şartlar altında politik sürece hakim olan Renan’cı ideolojik zihniyet sorgulanmaktadır. Yaşadığımız sorunlar bu zihniyet ile ilişkilendirilerek açıklanabilmektedir. Siyasi ve bürokratik sisteme şekil veren bu zihniyetin, zaman içinde toplumunun inanç ve kültür değerlerine karşı örgütlenmiş birer yapıya dönüştüğü ortadadır. devlet, toplum ile tezada düşmüş böyle bir zihniyet üzerinde yapılandırılamaz. Bu nedenle Kürtler savrulmuş, toplumun büyük kesimi küstürülmüştür. Bu zihniyet, modernleşme adına inanç ve gelenekleri tahrip ve tasfiyeye yönelmiş, toplumun değişik kesimlerini tahakkümü altına almış, toplumsal dayanışma kültürünü tahrip etmiş, devlet ve kurumlar ile toplumun bağını koparmıştır.
Yaşadığımız olaylar, bu idrak değişimlerinin belirlediği yön ve istikamette cereyan etmektedir. Bu gelişmeler, geçmişte kültürel alanda yapılan tahribatların, ordu-millet dayanışması ile tamir edilmekte olduğunun açık göstergesidir. Artık, kendi ideolojisini mutlaklaştırmış ve toplumu, devleti ve kurumlarını da bu ideolojiye göre şekillendirmek isteyen bir zihniyet, yerini, bilimsel veriler, evrensel hukuki standartlar ve sosyolojik bir hakikat olan milletin kültür ve inanç değerlerinin sentezinden oluşan yeni bir zihniyete terk etmektedir. Darbeciler(e) göre şekillenmiş bir sistemin, millete ve onun gücünün örgütlenmesine dayalı milli bir sisteme dönüşümüne tanıklık etmekteyiz. Adaleti ve insan haklarını merkeze alan bir siyasi ve hukuki yapılanmaya doğru gidilmektedir. Bütün kurumlarıyla devleti “herkesin devleti” haline getiren, herkesin evrensel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, toplumun inanç ve değerleri ile barışık bir yeniden yapılanma sürecine geçiş aşamasında bulunuyoruz. Yılın son MGK toplantısından sonra yayınlanan bildiride “terörün ve beslendiği ortamın tasfiyesine yönelik mücadele” ve “kardeşlik olgusunu zedeleyecek davranışlardan kaçınılması” vurgusu, sözünü ettiğimiz yeniden yapılanma konusunda, en üst seviyede kurumlar arası mutabakatın ifadesidir.