Yusuf Çağlayan
Köklü toplumsal değişimler ile kitle hareketleri arasındaki ilişki malumdur. Sosyolojik savaş merkezleri, kitle gücünün kontrolü ve yönlendirilmesi üzerinde odaklanırlar. Hasım toplumların istikrarsızlaştırılması, o toplumun sosyal gücünün ele geçirilmesi ve yönetimi ile mümkündür.
Sosyolojik savaş merkezlerinin temel hedefi, kitle yönetimini tesis ederek, ilgili tarafları kendi stratejisinin fonksiyonel bir parçası haline getirmektir.
Örneğin, Otpor ve Canvas, tipik birer sosyolojik savaş merkezidir. Bu kuruluşlar, hedef aldıkları bir ülkedeki demokratik iktidarın dayandığı güç noktalarını etkisiz bırakmak için, hedef ülkedeki bazı vesileleri kullanarak öncelikle şiddet içermeyen kitle hareketlerini organize ederler.
Günümüzde oldukça yaygın olan toplumsal hareketleri, sadece o toplumun spontane olarak gelişmiş bir refleksi olarak nitelendirebilir miyiz? Yoksa arkasında bir strateji ve irade mi vardır?
Geçmişte 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül Darbeleri, 28 Şubat Süreci, 27 Nisan, Gezi olayları ve 15 Temmuz’da patlak veren darbe girişimi, gerçekte iç sosyolojik ve siyasi dinamiklerle gerçekleşmediği gibi, günümüzde yaşanan Boğaziçi Üniversitesi olayları gibi olaylar da demokratik dinamiklerle oluşan spontane masum demokratik kitle hareketleri değil, arkasında bir strateji ve irade olan olaylardır.
Bu strateji ve irade, toplumun kimlik bileşenleri arasında ayrışma ve kutuplaşmanın gerçekleşmesi, kimlikler arası gerilimlerin artması, alt kimliklerin merkezileşerek, dayanışma bağlamı haline gelmesi ile toplumsal bütünlüğü çözücü ve dağıtıcı iç çatışma kamplarının oluşturulması, toplumun genel dayanışma bağlamından kopması doğrultusunda sosyolojik süreci kurgulayıp yöneten güç odaklarının müdahalesini meşrulaştıracak çatışma ortamının oluşması olarak tezahür eder. Bu strateji ve irade sadece iç muhalefet odakları değil, onların da arkasındaki küresel muhalefet odaklarına aittir.
2003 yılında önde gelen Otpor üyelerinden Slobodan Djinovic, ‘Şiddet İçermeyen Eylem Stratejileri Merkezini (CANVAS)’ kurarak sözde insan hakları ve demokrasi alanında faaliyet göstermeye başlamıştır. Daha sonra CANVAS kırk altı ülkede aktivistlerin eğitildiği bir merkez haline dönüşmüştür. ABD’nin maddi yardımda bulunduğu CANVAS, aktivistler için hazırladığı bir eylem rehberini internet üzerinden yayınlamış ve bu kitabın çoğunluğu İran olmak üzere Ortadoğu bölgesinde 20.000 kez indirildiği saptanmıştır. ABD’de NED, IRI ve USAID gibi ulus ötesi stratejik araştırma kurumlarının Otpor hareketini destekleyerek üyelerine eğitim olanakları sağlamaları, Gürcistan’da “Kmara”, Ukrayna’da “Pora”, Mısır’da “Kifaye” sloganlarıyla diktatörlere karşı mücadele veren genç aktivistlerin Soğuk Savaş sonrası yeniden yapılandırılmak istenen Doğu Avrupa, Orta Asya ve Ortadoğu’daki devrimlerde aktif rol oynamaları ve bunların CANVAS’la olan ilişkileri, şiddet içermeyen eylemlerin kolaylıkla küresel politikaların stratejik bir aracı olarak kullanılabileceğini göstermektedir. Bu bağlamda ulusal güvenlik açısından temel sorun, şiddet içermeyen eylem stratejilerinin gerektiğinde her türlü yönetim biçimine karşı kullanılabilecek bir potansiyele sahip, son derece riskli ve manipülatif bir karaktere sahip olmasıdır. (BİRDİŞLİ, Fikret, “Şiddet İçermeyen Eylemler ve Ulusal Güvenlik (Nonviolance and National Security)” Uluslar arası Güvenlik ve Terörizm Dergisi, 2013, 4(2), s.117-133)
Sosyolojik savaş merkezlerinin organize ettiği toplumsal hareketlerin en önemli özelliği, kurulu düzeni ortadan kaldırmayı hedeflerken ve kitleler bu motivasyonla hareket ederken, bu düzen ortadan kalktıktan sonra yerine neyin konulacağı noktasında tam bir boşluk bulunmasıdır. Sosyolojik savaş merkezleri, kitleyi sadece yıkım gücü olarak kullanmaktadır.
Toplumsal hareketler, istikrarsızlaştırma ve hatta kurulu düzeni bozma işlevini yerine getirdikten sonra, ortaya çıkan düzen boşluğunu doldurma işinin, genellikle, bu hareketlerin arkasındaki stratejik iradeye kalmış olması dikkat çekmektedir.
Toplumsal hareketlerle istikrarsızlaştırılan bütün ülkelerde gördüğümüz fotoğraf, bize şiddet içermeyen ve demokratik çerçevede dile getirilen talepler görünümlü toplumsal hareketlerin, aslında sosyolojik savaş merkezlerince gerçekleştirilen bir manipülasyon olduğunu göstermektedir.
Olaylarda başrolü oynayanların öğrenci olmaması, kitleye söyletilen marşlar ve polisi güç kullanmaya özellikle tahrik eden söz ve davranışlar; eşzamanlı olarak durumdan vazife çıkarma heveslilerinin koro halinde sahneye çıkmaları da açıkça gösteriyor ki, bu olayların arkasında bir strateji ve irade vardır.
Sözde demokratik hak mücadelesi verdiğini zanneden bu öğrenci kitlesini provoke etmekte kullanılan DHKP-C gibi örgüt mensubu olduğu belirlenen kişiler, işte bu strateji ve iradenin asimetrik etki ve provokasyon ajanlarıdır.
Acı olan, bu tür olaylarda, bu ülkenin, bu milletin finanse ettiği bir üniversitenin ve tüyü bitmedik yetimlerin hakkı ile tahsil ettirilen kendi insanımızın (gerçekten rektör atamasına demokratik tepki gösteren öğrencileri tenzih ediyorum) kullanılmasıdır.
Yine acı olan, ülkemizde böyle olayları ve darbeleri netice verecek sosyolojik süreci kurgulayıp yöneten strateji ve iradeye karşı, bu milletin sosyolojik bütünlüğünü besleyen ve tahkim eden bir sosyolojik strateji ve iradenin henüz bulunmaması. Bu sosyolojik operasyonları boşa çıkaracak, en başta demokratik tepki ve hak taleplerini de güvenceye alacak ve istismarını önleyecek bir mukabil sosyolojik strateji ve iradenin yokluğudur.
Sosyolojik savaş taktik ve tekniklerini en üst seviyede uygulayan bu strateji ve iradeye karşı, polisiye ve adli karşılık fonksiyonel olmak bir yana, sosyolojik etkileri itibariyle tersten karşı stratejinin hedeflediği sosyolojik süreci beslemektedir.
Mevcut güvenlik politikalarımız, milli güvenliğimize yöneltilen sosyolojik risk ve tehditler itibariyle tehlikeli güvenlik açıkları taşımaktadır. Bu yönüyle fonksiyonel bir güvenlik reformu ihtiyacı bu türden olaylarla bağırarak kendini açığa vurmaktadır. Artık kendi ülkemizde, kendi okullarımızı, kendi insanımızı; 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, Gezi ve 15 Temmuz’u bu millete yaşatanları kullanarak gerçekleştirilen sosyolojik operasyonların arkasındaki strateji ve iradeyi etkisizleştirmenin zamanı gelmiş ve geçmektedir. Bu konuda fonksiyonel bir irade ve strateji ortaya konulması artık kaçınılmazdır.