09.03.2012 - Milat Gazetesi
 
Nesillerin ahlaki mükellefiyet meselesini çözecek muhtevadan yoksun bir eğitim ikliminde, menfaatin, şehevî ve gayri ahlâkî arzu ve ihtirasların nesilleri ifsadı mukadder olur. Zira, insanın önünde yöneleceği bir ahlâk ideali bulunmazsa, o, hayatı yalnız kişisel menfaatleri açısından algılayacaktır. İnsan, ancak bir inanç ve kültür prensibi ile bu zaaf ve ihtiraslarını disiplin altına alabilir. Çünkü, insanda bir iç disiplin olmazsa, hayatta başarılı olmak imkânsızdır.
 
Başbakan: Dindar Bir Nesil Yetiştireceğiz
Başbakan Erdoğan, AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları toplantısında yaptığı konuşmada, “Türkiye’yi dindar ve dinsiz diye ayırıyor” suçlamasına cevap verdi ve “Benim ifademde dindarlar dinsizler diye bir ifade yok. Dindar bir gençlik yetiştirme var. Evet. Bunu yine söylüyorum, bunun arkasındayım. Sayın Kılıçdaroğlu, sen bizden muhafazakar demokrat kimliği olan bir partiden, ateist bir nesil yetiştirmemizi mi bekliyorsun? O belki senin işin olabilir. Senin amacın olabilir. Ama bizim böyle bir amacımız yok. Biz, muhafazakar ve demokrat, milletinin, vatanının değerlerine, tarihten gelen ilkelerine sahip çıkan bir nesil yetiştireceğiz. Bunun için çalışıyoruz.” dedi. Ardından eğitimde 4+4+4 gündeme geldi. Tartışmalar sürüyor.
 
Sayın Başbakan’ın bu sözleri, bize 1945’li yıllara kadar uzanan bir ideolojik zihniyetin, farklı tarihlerde dine bakışını hatırlattı. 1945 yılında İçişleri Bakanlığı Matbuat Umum Müdürlüğü’nce yayınlanan bir tebliğde: “Biz her ne şekilde ve surette olursa olsun, memleket dahilinde dinî neşriyat yaptırarak dinî bir atmosfer ve gençlik için dinî bir zihniyet vücuda getirilmesine taraftar değiliz.”(1) Temmuz 1973 tarihinde kabul edilen 1750 sayılı Üniversiteler Kanununda yer alan “örf ve adetlere bağlılık” kısmı, 1975 yılında Ankara Üniversitesi’nin açtığı dava üzerine, Anayasa Mahkemesi’nce “Atatürk ilkelerine ve çağdaşlaşmaya aykırı” gerekçesi ile iptal edilmişti.”(2) Yine, Talim ve Terbiye Kurulu’nun 5.6.1982 tarih ve 71 sayılı kararı ile basılan ve yayınlanan “Cumhuriyet döneminde Eğitim” isimli kitapta, Tevhid-i Tedrisat Kanunu değerlendirilirken: “Din ve ahlâk dersleri ile ilim ve fen yapılamayacağı artık anlaşılmış ve çağdaş eğitim kabul edilmişti”(3) denilmektedir.
 
İşte, milletimizin dinî ve ahlâkî değerlerine, örf ve adetlerine karşı böyle bir bakış açısının eğitime damgasını vurduğu ve 28 Şubat’ta zirve yaptığı uzun bir dönemden sonra, yeni bir bakış açısı Başbakan düzeyinde kabul görüyor ve açıkça dile getiriliyor artık. Bu açıklama, günümüze kadar ülkemizde siyasetten, eğitime, yargıdan, güvenlik kurumlarına kadar her alanda hüküm süren tek parti ideolojik vesayetinin eğitim ayağında da iflasının ilanı olarak algılanmalıdır.
 Dindar Nesil ve Eğitim sistemi
 Başbakan’ın iflasını ilan ettiği tek parti zihniyeti, ideolojik iktidarını pekiştirme adına, yıllarca insanımızın inanç değeri, dolayısıyla disiplin değeri bulunan ve toplumun barış ve düzeni ile kalkınmaya organizasyonu için zaruri olan disiplinleri yayan millî ve manevî kültürümüze karşı tedbirler almıştır. Şüphesiz bu tedbirlerin en yıkıcı olanı, tek parti ideolojisinin bir milli(!) eğitim politikası haline getirilmesi olmuştur. Eğitim müfredatından manevi değerlerin dışlanması veya bu değerlerin, nesillerin gittikçe kopuşunu sağlayıcı anlamda eğitim konusu yapılması sonucunda, toplumu disipline eden değerler, eğitim kurumları eliyle tahrip edilmiş, bu değerlerin yerine, resmi ideoloji ve polisiye tedbirler konulmuştur. Halbuki, insan unsurunun iç disiplin zayıflığının tezahürleri, hiçbir zaman bir manevi mükellefiyet kazandıramayan siyasal ideolojiler veya yasal ve polisiye disiplinlerle önlenemediği ve önlenemeyeceği için, 1970’li yıllardan itibaren farklı ideolojilere saplanmış ve birbiri ile çatışan nesiller zuhur etmiştir. Nesillerin bu durumundan vazife çıkaran ve resmi ideoloji adına darbe yapanlar dahi, eğitim sistemini şu sözlerle mahkum etmiştir: “Biz, üniversitelerde okuyan çocuklarımızın elinde silah, cebinde bomba taşıyarak okumasını değil, elinde kitap, cebinde kalem, gözünde gözlük, müspet bilimi arayan kişiler olmasını arzu etmekteyiz. Bu acı dönemleri yaşadık. Gençlerimiz eğer söylediğim şekilde yetişirlerse, o zaman Türkiye’yi muasır medeniyet seviyesine ulaştırabiliriz. Anarşist değil bilim adamı yetiştirmek istiyoruz. Bir zamanlar üniversiteyi işgal ederek, rektörün odasını tahrip ederek, öğretim görevlisini dershaneden, anfiden çıkararak, çıkmak istemezse, tekmeyle, tokatla çıkaran ve önüne katıp kovalayan, imtihan zamanı kürsünün üzerine tabancasını, bıçağını koyan öğrencileri unutmadık…”(4)
 Dindar Nesil ve Bilim
 Bugün de hala müfredatı itibariyle sürüncemede olan tek parti ideolojisinin yapılandırdığı eğitim sistemindeki bilim anlayışı, nesillere toplumsal barış ve kalkınma değerlerini bir kişilik özelliği haline getirme muhtevasına sahip değildir. Çünkü, tek parti ideolojisinin bilgi ve bilim anlayışı, bir ahlak nizamı kurmaktan çok, her türlü ahlaki mükellefiyet duygusunu tahrip etmektedir. Bu bilim anlayışına sahip bir eğitim sisteminin, nesillerin ahlaki mükellefiyet meselesini çözmesi mümkün olmadığı gibi, bu meselenin kaynağı da bizatihi bu eğitim anlayışıdır.
 Nesillerin ahlaki mükellefiyet meselesini çözecek muhtevadan yoksun bir eğitim ikliminde, menfaatin, şehevî ve gayri ahlâkî arzu ve ihtirasların nesilleri ifsadı mukadder olur. Zira, insanın önünde yöneleceği bir ahlâk ideali bulunmazsa, o, hayatı yalnız kişisel menfaatleri açısından algılayacaktır. İnsan, ancak bir inanç ve kültür prensibi ile bu zaaf ve ihtiraslarını disiplin altına alabilir. Çünkü, insanda bir iç disiplin olmazsa, hayatta başarılı olmak imkânsızdır. Her türlü iç disiplin yokluğu, iradî gayreti terk ettirir. Fertler, meşru yoldan tatmini mümkün olmayan arzu ve ihtirasların esiri olur. Bir inanç ve kültür prensibi olmadan, sınırsız arzu ve ihtiraslarını tatmin iştihası, insanın ahlâkî ve vicdanî melekelerini ifsat ederek, bozulma noktasına varıncaya kadar tedricen zayıflatacaktır. Elbette istisnalar kaideyi bozmaz, ancak genel manada durum böyle gerçekleşmektedir.
 Manevi dinamiklerinden kopan toplumlar, barış ortamının güneşli ve müsait ikliminde düşünülüp, muhasebe edilip beraberce bir hal çaresi bulabilecekleri sorunları çözemezler. Nifak, fesat, menfaat çatışmaları, ferdi zaaf ve ihtiraslar, yolsuzluklar ve etnik çatışmaların karanlık ve koyu sisleri arasında birbirlerini tüketirler. Ortak dayanışma kültürüne yabancılaşan toplumlarda, fertler ve dolayısıyla onların sahip bulunduğu vasıf ve kabiliyetler toplumsallaşamaz; toplum seviyesinde hizmete konulamaz. Dürüstlük şuur ve iradesini taşımayan, süflî arzularını ve basit menfaatlerini temin yolunda her türlü riyayı, dalkavukluğu, şahsiyetsizliği yapabilecek fertlerin ekseriyette bulunduğu bir toplumda, bilim ve teknoloji tek başına bir kalkınma irade ve azmi vücuda getiremez. Genel gidişi bu doğrultuda olan nesillerin bilimsel özellikleri de hiçbir şeye yaramaz. Hatta zararlı olur. Zira, dürüstlük, ahlâk ve faziletin kumanda etmediği bilim tahripkâr olmaktan ileriye gidemez. Meselâ; dürüst olmayan bir insanın teknik nitelikleri o insanın hile ve kurnazlığına bir vasıta olacaktır. Dürüstlüğe ve fazilete doğru istikamet verilmedikçe, insanın akıl, zekâ ve maddî imkânları sırf zararlı bir harekette bulunma kudretinden ibaret kalacaklar ve toplum hayatında bu kudret oranında tahribata neden olacaklardır. Çünkü, bilimi sadece iyiler değil, kötüler de en ince ayrıntısına kadar kullanabilmektedirler. Tıpkı, günümüzde bilim ve teknolojide güçlü devletlerin, dünyanın geri kalan toplumlarına karşı her türlü ahlaki ve insani ilkeden bağımsız olarak reva gördükleri zulümler gibi…
 Dindar Nesil ve Toplumsal Barış/Kalkınma
 Kültürel bozulmanın neticesi olarak, fertleri içinden çöktüren türlü zaaf ve ihtiraslar sebebiyle başarı disiplini bozulur ve yıkılırsa, toplumsal barış ve düzeni bozmaya ve yıkmaya yönelik bir fert ve kitle hareketi ortaya çıkacaktır. Toplumsal enerjinin bu yıkıcı kimliğini, yapıcı ve gelişmeci bir yöne kanalize etmek için, toplumun barış ve düzenini sağlayacak nitelik ve disiplinlerin, nesillerin karakter özelliği ve ortak tabiatı haline getirilmesi gerekir. Yani, toplumsal barışı bozan ve yok eden fert ve kitle tavrının yerine, başka bir fert ve kitle tavrının ikamesi gerekir. Buna devletin ve kurumların öncülük etmesi gerekir. Ancak, bu yıkıcı birey ve kitle hareketleri sadece mevzuat değişiklikleri veya polisiye tedbirlerle ortadan kaldırılamaz.
 Toplumsal kalkınma ise, insan unsurunun millî, manevî ve ahlakî şahsiyet özelliklerinin temin ettiği disiplin, düzen, sulh ve güven zemininde, teknik ve bilimsel kabiliyetlerini birleştirmesi ve toplum olarak yek vücut bir kabiliyet haline gelmesi ile mümkündür. Fertlerin tek tek bilimsel ve teknik kabiliyetleri olabilir; eğer fertlerin toplumsal bir organizma olmalarına engel manevî hastalıkları var ise, bu kabiliyetler toplum seviyesinde bir kıymet kazanamayacaklardır. Bu sebeple, toplum fertlerinin organizasyon kabiliyetine sahip olması, kalkınma disiplininin en önemli unsurunu teşkil etmektedir. Bu itibarla, sadece teknik kaliteye yapılan yatırım, kalkınma disiplini için kâfi değildir.
Bir ordunun savaş gücü, askerin cesareti, vatan sevgisi, ölümü göze alması, metaneti gibi manevî niteliklerin tesanüt etmesi sonucu ortaya çıkan müşterek bir manevî mukavemet ile teknik bilgi ve malzeme donanımından ortaya çıkacaktır. Toplumsal barış ve kalkınmada da, fert ve toplumun ortak bir manevî yapı kazanması gerekmektedir. Meselâ; toplumsal sorunları fertlerin bizzat ele almasını sağlamak ve onları, geri kalmışlığımıza, cehalete, fakirliğe, ileri toplumlar arasındaki itibarsızlığımıza karşı bir duygusuzluk içinde bulunmaktan kurtarmak zaruridir. İşte bu tür duygu ve inançların fert karakterine yerleştirilmesi, toplumda millî ve manevî hassasiyetlerin geliştirilmesi, böylece fertler arasında bir tesanüt ve dayanışma kurularak toplum seviyesinde bir başarı disiplini haline getirilmesi için, toplum fertlerinin millî ve manevî duygu ve inanç zenginliğine terbiye edilmesi ile mümkündür. İşte kalkınmada, “kişiyi ve toplumu, başlangıç için lüzumlu olduğuna şüphe bulunmayan feragat ve fedakârlığa sevk eden, büyük hamlelere imkân veren bu müşterek maneviyattır.”(5)
 İç disiplinini kaybetmiş ve türlü sosyal hastalıklara müptela olmuş bireylerin çerçeve değişikliklerle yukarıda işaret edilen özellikleri kazanması ve bu özelliklerin irsiyet kazanarak gelecek nesillere aktarılmasının mümkün olmadığı, başbakan düzeyinde idrak edilmiştir. Sayın Başbakan, dindar nesil sözleri ile siyasî şekil ve çerçevelere değil, sosyal yapıyı güçlü kılacak, dayanışma kültürünü besleyecek değerlere bağlı bir nesle vurgu yapmıştır.
 Günümüzde, artık ülke birliğinin tek ve en güçlü ortak noktasının manevi değerler olduğu anlaşılmıştır. Bu değerlerin tahribi, etnik kimlik merkezli zihniyetlere yol açmış ve ülkeyi parçalanma noktasına getirmiştir. Bu vahim durum, nesillerin hangi eğitim ortamında bulunduğunun bir göstergesidir. Yeni nesiller, din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulduğu, zihniyet ikilemlerine yol açmayan, etnik ikilemleri nötralize eden, bilimi, manevi değerleri ve milli kültür normlarını merkeze alan bir eğitim sistemi atmosferinde yetişmelidir ki, mevcut çıkar ve etnik odaklı çatışmaların siyasal ve sosyal yıkımlarından kurtulabilelim.
 İşte sayın Başbakan’ın, “dindar bir nesil yetiştireceğiz” sözünün arkaplanında bu hakikatleri görmesi yatmaktadır. Modern toplumda nüfus artmakta, gelişmeler bireyleri gittikçe daha yoğun ilişkilere sürüklemektedir. Bu yoğun ilişkiler, bireylerin birbirlerine karşı, topluma karşı belli bir tutum sergiledikleri çok çeşitli karşılaşma alanları inşa etmektedir. Bu ilişkilerin çeşitliliği, birey ve toplumların ilişkilerine ahlaki bir boyut katacak, çatışmayı değil uzlaşmayı, çıkarı değil adaleti hakim kılacak bir değer sisteminin telkinini gittikçe zorunlu hale getirmektedir. İyilik, kul hakkı, haram ve helal gibi kavramlarla çok zengin bir inanç ve değerler sistemine sahip bu millete, bu inanç ve değerlerin telkininden daha tabii ne olabilir ki? Eğer insanları, bu inanç ve değerlerin tembihleri olmadan ahlak ve dürüstlük ile mükellef kılacak bir başka yol ve yöntem yok ise ve Batı Medeniyeti de bu eksikliğin yol açtığı kendi buhranı ile bütün insanlığı da buhrana sürüklemiş ise, artık durup yeniden düşünmenin zamanı gelmiştir.
 4+4+4 Ne Getirir?
 Toplumlar, sadece teknik bilgi ve nitelikler ile toplumsal barış ve hatta toplumsal kalkınma açısından bir form ve disiplin kazanamaz. Çünkü, teknik bilgi bu günkü yöntemi ile insana toplumsal barış ve dayanışmayı kuvvetlendirecek sosyal, ahlâkî ve psikolojik vasıflar teklif etmez. Gerçekten de, Batı yöntemi ile talim edilen bilim, insanlar arası ilişkilerin ve toplumların ve hatta toplumlar arası ilişkilerin en büyük açmazı olan ahlak ve dürüstlük kaidelerine bağlılık olgusu açısından bir çözüm üretememekte; bir ahlak mükellefiyeti inşa edememektedir. Ancak, bilim ve teknoloji eğitimini, aynı zamanda bir ahlak ve dürüstlük mükellefiyeti kazandırma eğitimi haline getiren bir yöntem gereklidir ki, bu yöntem, Bediüzzaman’ın tarifi ve izahı ile, “Din ilimleri ile Fen ilimlerinin birlikte okutulduğu; yani fen ilimlerinin mana-yı harfi ile talim edildiği” bir eğitim yöntemi geliştirilmesi ile mümkündür. Bu sebeple, eğitim sisteminde yapılacak en temel reform, okullarda ilimleri mana-yı ismi ile talime son vermek; mana-yı harfi ile talim etmektir. Bu gerçekleşmedikçe, ders kitaplarında insanın ve eşyanın varoluşunu evrime, tesadüfe, tabiata veren, böylece insana hiçbir ahlaki mükellefiyet telkin etmediği gibi, her türlü ahlak mükellefiyetini gereksiz kılan bilgi yöntemi sürdükçe, eğitimde yapılacak hiçbir değişiklik yeterli yarar getirmeyecektir.
 Kaynakça:
(1)Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Sosyal Hareketlerin Sosyolojisi, Kültür ve Turizm bakanlığı Yayınları No: 858, Kültür Eserleri Dizisi: 106, 1. Baskı, Ankara, 1988 s. 444.
(2) Prof. Dr. Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1982′ye) Ank. Ünv. Eğitim Bilimleri Yayınları, No: 114, Ankara 1982, s. 229.
(3) Milli Eğitim Bakanlığınca Yayınlanan “Cumhuriyet Döneminde Milli Eğitim” Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1983, s. 47.
(4) Prof. Dr. Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1982′ye), Ank. Ünv. Eğitim Bilimleri Yayınları, No: 114, Ankara 1982, s. 268.
(5)Ali Muzaffer Ersöz, Milli Strateji, Akın Matbaası, Ankara, 1965, s. 25.

Kâinatı okumak mesela… Hayatı okumak… Olayları ve durumları okumak… İnsanı okumak… Hakikatin kat kat örtüldüğü bu çağda, çarpıtılmış söz ve görüntülerin arkasındaki gerçeği okumak…
Geçmişi ve geleceği okumak… Belki de en önemlisi, kendini okumak… Israrla, istikrarla okumak…
En iyisi okumak…

Çağlayan Kitap

Çağlayan Kitap

Çerez Kullanımı

Deneyiminizi daha iyi hale getirmek için bu web sitesinde çerezleri kullanıyoruz. Devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş oluyorsunuz. (Çerez Politikası Aydınlatma Metni)