Sosyolojik savaş, toplum kimliğini, dolayısıyla da bu kimliği oluşturan inanç ve değerleri hedef alan bir savaş türüdür. Bireyleri ahlak ve dürüstlükle mükellef kılan inanç zayıflatıldığında, bireyler arası ilişkilerin ahlak ve dürüstlük çerçevesinde gerçekleşmeyeceği, çıkar odaklı ilişkiler halini alacağı malumdur. Yani, inanç bakımından zayıflamış bireyler öncelikle iç aleminde duygu çatışmaları yaşayacaktır. Baskın duygu bireyin diğer duygularına tahakküm edecektir. Örneğin çıkar duygusu, dürüstlük duygusuna ve iradesine baskın gelecektir. Bu iç çatışma dışta bir davranış formuna dönüştüğünde, artık bireyler baskın duygularını dışa vuracak ve çatışma bireyler arası boyut kazanacaktır. İşte inançlara yöneltilen saldırılar, örneğin “insan maymundan türemiştir” gibi bilimdışı teorilerin maksadı, inançları ve dolayısıyla da bu inançların gereği olan mükellefiyetleri temelinden yıkmaktır. Bireyden başlayan değişim süreci, giderek aileye, bireyler arasına ve topluma aksederek artık sosyolojik bir değişim boyutu kazanacaktır. İşte sosyolojik savaş, bu türden saldırıları, “sosyal bilimcilerin zihniyeti ile” kurgulayan ve yürüten bir savaş türüdür.
Sosyolojik Savaşın Doğası
Bugün toplumlara yönelen birincil tehditler ani olaylardan değil, yavaş ve tedrici süreçlerden gelmektedir. İşte, hedef topluma geri dönüşü uzun yıllar alacak ve gerçekleştiğinde de artık o toplumun geçirdiği değişimi anlama kabiliyetini yitirmesine dahi yol açan operasyonlar yapılmaktadır. Sosyolojik savaş böyle bir doğaya sahiptir.
Sosyolojik savaşın yöntemleri klasik savaşlardan daha farklıdır. Sosyolojik savaşın en temel özelliği asimetrik oluşudur ve hedef toplumun simetrik veya asimetrik bir karşılık vermesine imkân tanıyan dinamiklerine odaklanır. Sosyolojik savaşta hedef topluma karşı kendi ordusu, kendi bürokrasisi, kendi eğitim sistemi ve kendi medyası kullanılmaktadır. Bütün bu kurumlar o toplumun kimlik değerlerine karşı örgütlenmektedir.
Bağışıklık sistemi bozulan bir insanı düşünelim. Karşı koyacak bünyesel mekanizma yok ise, ne ile karşı koyacaktır? İşte sosyolojik savaş, öncelikli hedef olarak toplumların bağışıklık sistemlerini hedef almaktadır. Nedir toplumsal bağışıklık sistemi? Toplumların dini, milli kültürüdür. Bu inanç ve kültürden yalıtılmış kurumların, topluma yönelen saldırılara karşı simetrik veya asimetrik bir karşılık vermesi düşünülemez. Bilakis, kanser hücrelerinin bir vücut içindeki rolünü oynamaya başlarlar.
Sosyolojik Savaşın Hedefleri
Sosyolojik savaş, toplumların dayanışma ve sosyal bütünleşme dinamikleri ile ilgilenir. Hedefi, toplumu oluşturan bireylerin ve ailelerin dayanışmacı özelliklerini ortadan kaldırmak, bireyin ve ailenin topluma güç veren formunu bozmaktır. Sosyolojik savaşlarda, bireysel ve toplumsal davranışa kaynaklık eden inanç ve değerler sistemi hedef alınmaktadır. Özellikle hedef toplumun sosyal gücünün zayıflatılması ve yıkılması amacıyla birey-ahlak yabancılaşması, toplum-değerler yabancılaşması, aydın-halk yabancılaşması, toplum-devlet yabancılaşması, alt kimlik yabancılaşmaları, bölgesel yabancılaşmalar, dayanışma ve uzlaşma kültürünün yok edilmesi, yeni ulusal, etnik ve dinî kimlikler inşası, dışlama, ayrıştırma ve çatışma kültürünün geliştirilmesi gibi sosyolojik operasyonlar gerçekleştirilir. Bu ve benzeri amaçlar, hedef toplumun
demografisinde, kültürel ve sosyal dokusunda, tarihten gelen yapısında dönüşümlere yol açar ve hedef toplumu üzerinde tek yanlı çıkar ilişkisi kurmaya elverişli bir yapıya kavuşturur.
Çünkü toplumsal bütünlük ve dayanışmayı, bireysel ve toplumsal bilinçte koşullayan şey, inanç değeri olan manevi ve kültürel dinamiklerdir. Sosyolojik savaşın hedefi, manevi ve kültürel dinamiklerin bu inanç değerini ortadan kaldırmaktır. Bu gerçekleştiğinde, bireylerin iyi, kötü, doğru ve yanlış bilinçleri bozulacak, mükellefiyet duyguları ortadan kalkacak, bireysel ve toplumsal davranış modelleri değişecektir. Neticede ise, hedef toplum kendi bünyesinde iç çatışmalar yaşamaya başlamasının yanında, devletin siyasi, ekonomik ve askerî politikalarını desteklemekten uzak bir sosyolojik form kazanmış olacaktır.
Sosyolojik Savaş Silahları
Sosyolojik savaş, klasik silahlı savaşlardan farklı olduğu gibi, silahları da farklıdır. Çünkü sosyolojik savaş, sosyolojik organizmanın sosyal bedeni, beyni, aklı ve zihnini, karakterini, şahsiyet özelliklerini hedef alır. Bu hedeflere bireylerin ve ailelerin ve toplumun gözü, kulağı vasıtasıyla ulaşır. Dolayısıyla göze ve kulağa hitap eden bütün araçlar sosyolojik savaş silahı olarak kullanılır. Sosyolojik savaşların en fonksiyonel aracı, bizatihi hedef toplumların eğitim sistemleridir. Toplumun temel kimlik değerlerini ideolojik bir paradigma ile dışlayan bir eğitim sistemi, o toplumun bir kurumu değil, bilakis, o toplumun en stratejik, en hayati noktasına konuşlandırılmış bir sosyolojik saldırı silahıdır.
Sosyolojik Savaşın Etkileri
Toplumların bu bağışıklık sistemlerine yöneltilen saldırıların etkisi, bir insanın bağışıklık sistemine yöneltilen saldırı ile benzer bir etki doğurur. Yani, hedef toplumu karşı koyamaz bir hale getirir. Hatta, toplumun kendi bünyesindeki harici etkilere mukabelede bulunacak kuvvetleri emri altına alır. Onları araç olarak kullanır. Asimetrik oluşu biraz da bundandır. Böyle toplumların orduları vardır, ancak iç güvenlik gücüne dönüşmüştür. Eğitimleri vardır, fakat topluma yabancılaşan ve kendi içinde çatışan kuşaklar üretmektedir. Halk ile yönetim, halk kesimleri, aydınlarla halk, toplumsal sınıflar daima bir tezat ve çatışma halindedirler. Dayanışma kültürü bozulduğundan, ancak dayanışma ile çözümlenecek sorunlar gittikçe yığılır. İletişim araçları, dışlayıcılığı, rekabet ve çatışmaları aktaran ve kışkırtan bir işlev kazanır. Ahlaki ve manevi değerleri aktive eden kültür ve inanç kodlarını iç tehdit olarak tanımlayan bir güvenlik kültürü ve ideoloji ile kuşatılmıştır toplum ve kurumları. İnanç ve kültürün zayıflaması, sosyal hastalıkların gittikçe yaygınlaşmasına, bireysel ve grupsal ve sınıfsal ikili, üçlü ilişkilerde salt çıkar odaklı davranış kalıpları ile şekillenmiş bir sosyal yapının ortaya çıkmasına yol açar. Bu özelliklere sahip bir toplum, eline hangi imkân ve kabiliyet geçse, olumlu olarak kullanamaz. Bu özellikleri toplumların doğal akış içinde kazandığı özellikler olarak tanımlamak; “kazandırılmış özellikler” olma ihtimalini gözardı etmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Çünkü pozitif bilimlerin sunduğu verilerle doğanın manipüle edilebilmesi kadar, sosyal bilimlerin sunduğu verilerle de toplumların manipüle edilebilmesi açık bir gerçektir.
Türkiye, İslam Dünyası ve Sosyolojik Savaş
Türkiye, küresel güçlerin algısında merkez ülkedir. Ancak, yüz yıldır jeopolitik gücü sıfırlanmış, bu güce kaynaklık edecek jeokültürden yalıtılmış bulunmaktadır. Türkiye’nin İslam’ı temsili itina ile önlenmektedir. Bu sebeple küreselde İslam, yerelde irtica adı altında İslam ile mücadele edilmektedir. Ayrıca Türkiye’de toplumsal yapının ana gövdelerini oluşturan Türkler ve Kürtler, etnik bağlamda çatıştırılmaktadır. Böylece lider halka dağıtılmaktadır.
İslam Dünyasının Ortadoğu’ya dönüştürülmesinde, Batı’nın askerî müdahalelerinde olduğu gibi, kültürel, ekonomik ve politik; kısaca sosyolojik müdahalelerinde de asıl hedef tahtasını İslam dayanışması oluşturmuştur. Çünkü dünya coğrafyasının ‘hammadde deposu’ ve ‘tüketim pazarı’ niteliğindeki bir bölgesiniBatı’ya karşı tek merkezden karşı koyan bir inanç, kültür ve siyasal bütünlük inşa eden ‘İslam dayanışması’ sosyolojik saldırıların hedefi haline gelmiştir. Bu hammadde deposuna ve tüketim pazarına erişmek isteyen Batı’lı sanayi toplumları, İslam bölgesindeki ‘İslam dayanışmasından’ kaynaklanan ‘jeopolitik gücü’ yıkmayı temel bir strateji haline getirmişlerdir. Gerçekleştirilen sosyolojik saldırılarla, İslam toplumlarını parçalanmışlar ve tek merkezli politik güç olmaktan çıkarmışlardır. Sonuçları ortadadır. Artık yer yüzünde bir İslam bölgesinden bahsedilememektedir. İslam dünyası bir özne değil nesneden ibarettir. Yer altı zenginlikleri yağmalanmaktadır. Birer tüketim toplumu haline gelmişlerdir. Sıfatları İslam değil, Ortadoğu’dur.
Türkiye ve İslam dünyasına yönelik sosyolojik savaşa, en uygun mukabele sistemini Bediüzzaman Risale-i Nur ile kurmuştur. Risale-i Nur, Türkiye’nin ve İslam dünyasının asimetrik gücünü oluşturmaktadır.